Sabah
Romalılar erken kalkarlardı. Baba iş ilişkilerini düzenler, oğullar ve erişkin olmayan kız çocuklar eğitilirlerdi. Varlıklı bir evde, evin hanımının güneş doğmadan önce veya şafak vakti uyanması beklenmezdi. Yerine getirilmesi gerekli tüm ev işleri kölelerin görevi idi. Buna karşın çabucak yataktan kalkmak ve giyinmek pek de zor bir iş değildi. Bir erkek veya çocuk, tuniği ile uyurdu ve kişinin konumuna bağlı olarak, o günün veya yılın hangi zamanı olduğu bundan daha fazlasını gerektirmezdi. Köle veya işçi kısa bir tunik giyer, kış aylarında ise bunun üzerine daha kalın olan ve ayak bileklerine dek uzanan bir ikincisini geçirirdi. Bu giysi sade veya çok süslü olabilir, değişik ağırlıklardaki yünlerden, hatta Hint veya Çin ipeğinden yapılırdı (bu, erkekler için kötü bir biçimse de, hoş görülmesine engel değildi). Şimdiki ile aynı yerlerde, aynı yöntemlerle kaliteli pamuklu kumaş üretilen Mısır ile olan ilişkilere rağmen, bu tür dokumalar yaygın değildi. Bir Yunan adası olan Kos, ipek ticaretinde antrepo konumunda olup, ipek ve keten karışımından oluşan bir dokuma bu adada üretilerek Roma'ya gönderilirdi. Bu tür kumaşlar daha çok kadınlar tarafından kullanılmakta idiyse de, zengin renklerde ve narin kumaşlardan yapılmış göz alıcı giysiler giyen erkeklerin de bulunduğu bilinmektedir. Bu giyimin Romalı olmayan ve kadınsı tarzı, böyle giyinmeye parası yetmeyenler için bir tür teselli olmalıydı. Bir sonraki bölümde de izleyeceğimiz gibi tuniğin daha sade modelleri erkeğin toplum içindeki yerinin bir göstergesidir.
O halde ister uzun ister kısa olsun tunik, giyimi kolay ve rahat temel Roma giysisiydi. Ancak bu iki sıfat, Roma vatandaşının kendine özgün ve seçkin giysisi "toga" için kullanılamaz. Bu kullanımı zor giysi, Roma ve uygarlık ile eşanlamlı sayılır; togayı giymek için de uygar bir kişilik gerekli görülürdü. Bu giysiyi taşıyabilmeniz için gerçekten soylu olmanız önemliydi, zira bu şekilde giyimliyken yersiz bir işe karışmanız mümkün olamazdı. Toga, büyük yarım daire şeklinde, yünlü dokumadan yapılmış ve bu nedenle de ağır bir giysiydi. Önce sol omzundan aşağı dökülür, sağ kolun altından dolaşır ve sonra arkadan sol omzun üstüne çıkardı; sariye benzemekle birlikte onun kadar hafif, uzun ya da güvenli değildi. Kumaş kıvrımları korunmak amacıyla veya saygı işareti olarak başın üzerini örtebilirdi; bu kullanımın bir örneğini Augustus'un Barış Sunağı'ndaki (Ara Pacis) dini törenlerde betimlenen İmparatorluk ailesinde izleyebilmekteyiz. Toga'da bir kıvrım, cep olarak da kullanılabilirdi. Toga, bu kıyafeti taşıyan kişinin makamının görsel olarak tasdiki anlamına gelmekteydi. Toga kuşkusuz çok soylu bir görünüşe ve çok sembolik bir anlama sahip olmakla birlikte, bu denli kullanışlı bir giysi değildi. M.S. 1. yüzyıldan itibaren tedrici olarak gözden düştü. Tunik ve pelerinler daha alışılmış gündelik kıyafetler haline geldiler. Erkek togasını giymeden önce soğuk su ile hızlı bir şekilde yıkanırdı, zira günün esas banyosunu öğleden sonra hamamda yapacaktır. Dişler, günümüzde kullanılan diş tozları veya sigara tiryakilerinin diş macunlarından farklı olmayan ponza taşı veya boynuz tozu ile temizlenirdi. Artık bu tür temizleyicilerden medet umamayacak durumdaki kişiler içinse altın bantlarla tutturulmuş ve "fildişi”den yapılmış takma dişler hazırdı.
Yataktan kalkan çocuk, gece çıkardığı muska (amulet) veya mührü (bulla) yeniden takmaya özen gösterirdi. Bu tür koruyucu simgeleri taşımak çok yaygın bir alışkanlıktı. Bunların çeşitli biçimleri vardı, ama en sık görülenler phallus (fallus, erkeklik organı) biçimindeydi. Fallusun Yunanistan'daki gibi Roma'da da önemli koruyucu bir anlamı olup, kişisel ve toplumsal pek çok bağlamda şeytanı kovan bir semboldü. Muskalar, pandantif veya bazen çok küçük halkalar halindeydiler. Bu halkalar kızlar için doğumlarından sekiz, erkekler içinse dokuz gün sonra yapılan isim verme töreni sırasında, çok küçük bebeklerde kullanılıyor veya onların boyunlarına takılıyor olmalıydılar. Özgür bir çocuğun bu şekilde daima korunacağına inanılırdı. Bir fakire ait mühür muhtemelen deri bir kılıfta, soylu doğumlarında ise altın kılıfta saklanıyordu.
Evin hanımına gelince, o daha karmaşık iç çamaşırları giyerdi. Kadın akrobatlar üst kısmı basit bir kuşağı andıran, bikiniye benzer giysilerle tasvir edilmişlerdi; aynı biçime duvar resimlerinde ve mozaiklerde de rastlanır, şiirlerde değinilir. Ancak hanımlar için daha başka korsaj olanakları bulunduğuna dair ipuçları da vardır; örneğin Ovidius (Ars Amatoria [Aşk Sanatı], III.274-5) küçük göğüslüler için alttan destek yapacak yastıklar önerir. Londra'da, özenle yapılmış bir deri bikini altı bulunmuştur. Bu giysi büyük olasılıkla sahneye çıkan birisine aitti ve iç giyim üretimindeki mükemmelliği göstermektedir (bu giysinin hijyenik korunmayı sağlamak için kullanıldığı öne sürülmekle birlikte, betimlemelerde bu şekilde giyinmiş akrobat bir kızın yer alması ikinci olasılığı kuvvetlendirmektedir). Romalı kadınların giysileri genelde bol olduğu için, korse kullanımı bir zorunluluk değildi. Göğüs bantları, sade elbiseler ve peştemallar en sık rastlanan iç çamaşırlarıydı. Sade bir içliğin üzerine tunik ve bunun da üzerine elbise giyilirdi. Bir hanımın hazırlanması ve tuvaleti kocasınınkinden daha uzun süreceğine göre, kadınların giyimlerini ayrıntılı olarak ele almadan önce biraz duralım ve yatak odasına şöyle bir göz atalım
Bir insula'nın küçük ve sıkışık dairelerinde (genellikle katlar yükseldikçe daireler küçülür, fiyatları da ucuzlar) ayrı yatak odası lüksü bulunmaz. Villada veya büyük bir dairede, mesela bir dükkân sahibinin işyeri üstündeki evinde ise birden fazla yatak odası vardır, üstelik bu durum sadece ev halkı değil, karıkoca için de geçerlidir. Arkeolojik ve yazılı bulgular eşlerin her zaman birlikte yatmadıklarını göstermektedir. Yataklar genellikle tek kişiliktir ve nadiren aynı odada iki yatak yer alır. Herculaneum'daki bir örnekte birbirine dik açı yapacak şekilde yerleştirilmiş böyle iki yatak ele geçmiştir. Diğer taraftan, Güney Galya'da ele geçen etkileyici bir heykelcik, aynı yatakta rahatça kucaklaşan bir çifti göstermektedir; ayakuçlarında ise çiftin köpeği uzanır. Çiftleri gösteren pek çok betimleme bilinmektedir, ancak bulgular eşlerin normalde ayrı odalarda yattıklarına ve özel nedenlerle bir araya geldiklerine işaret eder.
Yataklar divan tipinde ve ahşaptır, şilteler ise ahşap kafes veya ip file üzerine yerleştirilir. Yatakların üç tarafını çevreleyen bir kenar olmalıydı; bunun örneği Herculaneum'da, "Mücevher Taşı Kesicisinin Dükkânı"ndaki kakmalı yatakta görülür. Ne acı ki bu yatak, üzerinde son olarak uyuyan ve anlaşıldığına göre bir hemşirenin bakımına bırakılmış olan hasta bir çocuğun kemiklerini taşımaktadır; hemşirenin dokuma tezgâhı ise yatağın yanıbaşına kurulmuştur. Ancak odada hemşirenin kemikleri bulunmadığından, çok da sadık biri olduğu söylenemez. Odanın ve yatağın dekorasyonu ev sahibinin maddî durumunu yansıtır: Yatağın ayakları torna işi ve telkari ya da ahşap kakmalar ile süslenmiş olmalıdır. Herculaneum'da ahşap bir bebek beşiği de yine içinde küçük kemiklerle birlikte bulunmuştur. Yan kısımları açık ve parmaklıklıdır. Şilteler ve yastıklar yünle veya saman ve benzeri bitkilerle doldurulur, sahiplerinin zevkine veya maddî gücüne göre değişik kalınlık ve rahatlıkta olurdu. Mezar stelleri üzerindeki sahneler, pek çok Romalı ve taşralının hiç de yokluk çekmediğini düşündürür, zira bunlarda kalın, şişkin şilte ve yastıklar, oymalı kaide ve ayaklar, süslü dokumalar betimlenmiştir.
Yatak odaları çok büyük olmayıp, arkadaşların da kabul edilebildiği odalardan ziyade sadece uyku için kullanılan mekânlardır. Bu odaların günümüz anlayışına aykırı olan bir özelliği (korunmuş olan boyalardan öğrendiğimize göre) Pompeii kırmızısı, hatta siyah gibi çok koyu renklerde boyanmış olmalarıdır (koyu renkteki badanalar "Üçüncü Stil" diye tanınan ve yaklaşık M.S. 100-160 arasına tarihlenen duvar resimlerinin tipik özelliğidir). Odayı “göz yanıltıcı resimle" genişletme tekniği iyi bilinmekle beraber, Romalılar bugünün insanı gibi açık renkler kullanarak mekânın farklı algılanmasını sağlayacak zevke sahip değildiler. Bu özellik odaların kabuller için kullanılmayışı, Roma evinin bahçe veya bir çeşit ışıklık çevresinde inşa edilerek parlak Akdeniz gökyüzünün ışığından yararlanılması, ya da sadece farklı bir zevki yansıttığı düşünülerek açıklanabilir. Oysa Roma evlerinin de, İtalyan evlerinde halen olduğu gibi yağmurlu kışlardan ziyade, bunaltıcı yaz sıcakları göz önüne alınarak dekore edilmesi beklenirdi; zira parlak ışık rengi emer ve koyu renkler de sıcağı arttırır ve tutar.
Gerçekten zengin ve ayrıcalıklı kişiler ise, kalabalık Roma'da değil ama sayfiye ya da deniz kenarındaki evlerinde, yatak odası konusunda daha fazla seçenek sahibiydiler ve genişleyecek yerleri vardı. Genç Plinius, kendi durumundaki diğer insanlar gibi birden fazla yere sahipti ve bize şehir dışındaki bu sayfiye evlerini ayrıntılı olarak anlatan mektuplar bıraktı. Kıskanılacak bir konfora sahip olan bu evlerde değişik yatak odaları, mevsimlere uygun yemek odaları ve ev halkının gürültüsünden kaçmak için sakin köşeler bulunuyordu.
Odada yatağın yanı sıra yer alan diğer eşyalar arasında giysiler ve değerli eşyaların konulduğu dolaplar, masa, sandalye ya da tabure, ayaklı şamdanlar sayılabilir. Köleler saçlarını ve makyajını yaparken evin hanımı kilitlenebilir mücevher kutusunu yanında taşıyor olmalıydı. Öğle banyosundan veya uzun süre açık havada kaldıktan sonra, hanımın tuvaletinde ufak tefek rötuşlar yapılması veya makyajının yenilenmesi gerekebilirdi. Ovidius çok makyajlı hanımlarla ilgili olarak, bunların makyajının terle birbirine karışıp yüzlerinin rengarenk bir hal aldığını anlatır. Bu iştah kapayıcı görünüşü bir tarafa bırakırsak, kadınların makyajları ile erkekleri etkilediklerini ve bu amaçla kullandıkları kimi maddelerin sağlıklarına zarar vermesini bile göze aldıklarını söyleyebiliriz; örneğin beyaz kurşun en zehirli makyaj malzemelerinden biriydi. Ancak yüzüne özen gösteren bir hanım, sabah makyajına başlamadan önce geceden yüzüne sürdüğü ekmek ve sudan oluşan maskeyi çıkarırdı. Bu kadınlar hakkında önyargılı bir yorum olarak düşünülse de, maske onun gece kocasıyla yaşayacağı yasal ilişkiden ziyade, gündüz âşığı ile geçecek sürede bakımlı görünmesini sağlayacaktır. Öte yandan hatırlanmalıdır ki, erotik şiirler yazan ozanlar bu konuda en can alıcı bilgileri verirler. Zira onların eserlerinin amacı ve tabiatı, belli eğilim ve yargıları içermeye yöneliktir, oysa saygıdeğer Romalı bir kadın kendisine özen gösterirken, bunu, yarışlarda kiminle flört edeceğini ya da tapınak ziyaretinde kimi tavlayacağını düşünerek yapmış olmayabilir (tapınak, randevular için en başta gelen buluşma yeridir).
Kadınların kendilerini nasıl güzelleştirdikleri ile ilgili yazılı bilgilerin yanı sıra, taraklar, aynalar, parfüm şişeleri, cımbızlar, küçük kavanozlar, makyaj için kullanılan minik spatulalar, küçük havan ve havanelleri günümüze dek ulaşmıştır. Resimler ve büst şeklindeki portreler de bize saç stilleri konusunda çok şey anlatır. Bu stiller moda akımları ile birlikte öyle çok değişirler ki, İmparatorluk Dönemi için tarihlendirme tekniği olarak kullanılabilirler (M.S. 1. ve 2. yüzyıllarda) ve yaratılabilmeleri için büyük beceri, sabır ve zaman gerektirecek derecede karmaşıktırlar. Bu saç modelini kullanmak için de azim gücüne gerek vardır. Ancak beceri her zaman beklentilerin karşılığını veremeyebilir, öyle ki birden fazla kaynakta sinirlenen hanımın saç iğnesini talihsiz kölenin koluna batırdığı veya ona ayna ile vurduğu belirtilir. Eğlenceye ve gösterişçi tüketime fazla zaman harcayan ayrıcalıklı azınlıklara sahip diğer kültürlerde (örneğin, 18. yüzyıl Avrupası) olduğu gibi, Romalılar için de peruk çözüm olabiliyordu. Bu, sadece saçın özenli bir biçimde yapılması için gerekli uzun saatlerden tasarrufu sağlamıyor, aynı zamanda sağlığa zararlı güzellik ürünlerinin ve dikkatsizce kullanılan bukle maşalarının yarattığı hasarı da gözlerden saklıyordu. Alman esirlerin sarı saçları ile Hindistan'dan ithal edilen siyah saçlar bu amaçla kullanılmaktaydı. Ama şimdi hanımın zevklerine bir süre için ara verip evin diğer sakinlerinin ne yaptığına bir göz atalım ve unutmayalım ki tüm kadınlar böyle sefa sürmüyorlardı. Özgür ya da köle, pek çok Romalı kadın için gün kısa bir yıkanma ile başlar, giyinilir, saçlar arkada toplanır ve evin içinde veya dışında hemen işe başlanırdı. Kadınların en yaşlısı bile evde her şeyin yolunda gitmesi için bir sorumluluğa sahipti.
Evin genç sakinleri olan çocuklar şafak vakti, hatta kışın daha da erken kalkar ve paidogogus eşliğinde okullarına giderlerdi. Bu sözcük doğrudan Yunanca'dan alınmıştır ve genellikle "özel öğretmen" şeklinde çevrilir. Bu kişi güvenilen bir köle, hatta bir Yunanlı olabilirdi, zira Romalılar Yunanlılara eğitimleri (sanat dalları, hemen bütün yazınsal türler ve tıp bilgileri) konusunda çok şey borçludurlar. Özel öğretmenin görevi çocuğu okula götürmek, onunla okulda kalmak ve eve geri getirmekti. Ayrıca kız çocukların eğitimi de dahil olmak üzere ek eğitim vermesi istenebilirdi. Üst sınıftan olan kız çocuklar mutlaka belli bir eğitim görür, ayrıca okula da gidebilirlerdi, ancak bu durum oğlanlar için olduğu kadar yaygın değildi. Böyle bir görev üstlenen paidogogus'un kuşkusuz evde özel bir yeri bulunacak ve köleliği sefalet içindeki bir boyunduruktan çok yatılı bir iş gibi yaşayanlardan olacaktı. Özel öğretmen ve beraberindeki çocuk ya da çocuklar, okul öğretmeninin (litterator) bulunduğu binaya giderlerdi. İlköğretim olarak tanımlanabilecek dönem altıyedi yaşından gençlik çağına kadar sürer ve büyük ölçüde üç geleneksel dersten oluşurdu: Okuma, yazma ve hesap (Roma rakamlarından dolayı hesap çok işlek bir zeka gerektirirdi). Okuma ve yazma dersleri, Latincenin yanı sıra Yunanca olarak, çocuğun bir grammaticus'la çalıştığı 11-16 yaşları arasında, Yunanlı akranları gibi eğitiminin temelini oluşturacak Homeros destanları ile yapılırdı. Homeros destanlarının günümüzde İngiliz öğretim programındaki Kutsal Kitap öykülerinin, Shakespeare'in, Kral Arthur ve Kutsal Kâse efsanelerinin yerini tuttuğu söylenebilir. İyi eğitim almış bir kişinin Homeros'tan alıntılar yaparak konuşması beklenirdi. İmparatorluk Dönemi'nde Vergilius bu üstünlüğü kısmen ele geçirmiş olsa da, Yunan edebiyatı daima temel kaynak ve temel kalıp olarak kalmıştır.
Okula giden çocuk, gönülsüz de olsa, yanında özel öğretmeni varken işi ağırdan alamazdı, ama büyük olasılıkla, yolda giderken okuldaki öğretmeni ile yaşayabileceği bir sürtüşmeyi aklından uzaklaştıracak pek çok şey görürdü. Evde, özellikle de mutfakta, sabahın erken saatlerinin alışılmış koşuşturması yaşanırdı. Kahvaltı, Roma'da çok özel bir yer tutmamakla birlikte, pek çok yemeğin hazırlanması ve pişirilmesi uzun ve özenli işlemler gerektirirdi. Esas sabah etkinliği ise, evin beyinin çalışma odasında (tablinum) yer alan ve modern batı kültüründe benzeri olmayan bir ziyaret türüydü: "Himaye edilenlerin sabah ziyareti. Evin meraklı çocuğu, yaz aylarında geceden kalma hafif bir serinliğin hüküm sürdüğü sokağa çıkartılmadan önce, ziyaretçilerin geçidini izlemiş olabilirdi. Mevsim kış ise tuniklerin üzerine yünlü pelerinler giyilir, yağmurdan koruyan geniş kenarlı şapkalar takılırdı.
0 Yorumlar